Kafkasya-Azerbaycan

Kafkasya bölgesi tarih boyunca büyük güçlerin hâkimiyet için mücadele ettiği bir bölgedir. Farklı dilleri, dinleri ve kültürleri barındırmasında coğrafi özelliklerinin de payı büyüktür. Türklerin bu coğrafyadaki varlığı 2000 yıldan bu yana kesintisiz takip edile­bilmektedir. Bu sürenin yaklaşık yarısının ise Türklerin egemenliği altında geçtiği bilinmek­tedir. Kuzey Kafkasya, Rusya Federasyonu’na bağlı bir bölgedir ve burada daha çok Çer­kez ve Türk gruplar yaşamaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan bölgede yeni ortaya çıkan devletlerdir. Azerbaycan-Ermenistan ve Gürcistan-Rusya ilişkileri günümüzde so­runlu olarak sürmektedir.

Bölgede Türkçenin Oğuz grubuna mensup olan Azerbaycan Türkçesi, yaklaşık 10 milyon kişi tarafından Azerbaycan ve Gürcistan’da Borçalı bölgesinde konuşulmaktadır. Türkmencenin Kafkasya’daki kolu olan Truhmence, günümüzde Stavropol Krayı’nda 15.048 (2010 sayımına göre) Türkmen nüfus tarafından konuşma dili olarak kullanılır. Kıpçak grubunun Karadeniz Hazar kolunu oluşturan Karaçay Türkçesi 218.403 ve Balkar Türkçesi 112.924 kişi tarafından konuşulur. Karaçay Türkçesi Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde, Kuban nehri yakınlarında; Balkar Türkçesi, Balkar-Kabartay Cumhuriyeti’nde konuşulur. Bu iki boy kaynaklarda ayrı zikredilmekle birlikte dil, tarih ve kültür bakımından bir bütünlük gösterir ve birlikte değerlendirilmesi gerekir. 503.060 kişi tarafından Karadeniz-Hazar alanında (Kafkasya) konuşulan Kumuk Türkçesi, Dağıstan Muhtar Cumhuriyeti sınırları içinde (başkent Mahaçkale) konuşulur. Kumukça Sovyet devriminden sonra yazı dili olmuştur. Azerbaycan Türklerinden sonra Kafkasya’da yaşayan en kalabalık Türk topluluğu Kumuklardır. Bir Kıpçak lehçesi olan Kumuk Türkçesinde Oğuzcanın tesirleri vardır. Nogay Türkçesi 103.660 kişi tarafından Karaçay Çerkes Cumhuriyeti’nde, özellikle Stavropol vilayetinde, Dağıstan Cumhuriyeti’nin çeşitli bölgelerinde konuşulmaktadır.

Azerbaycan Türkçesi hariç diğerleri 20. yüzyılın başında yazı dili olmuştur. Kumuk Türkçesi 20. yüzyıla kadar Kafkasya’da Müslüman halklar arasında ortak iletişim dili olarak kullanılmıştır. Güney Kafkasya’da da Türkçe konuşan küçük halklar bulunmaktadır. Güney Kafkasya’daki bu nüfus Osmanlılar dönemindeki yerleşimciler ile din değiştiren Ermeniler ve Gürcülerden  kaynaklanmaktadır. Sünni Müslüman bir Gürcü topluluk olan Acarlar, bir çeşit Türkçeleşmiş Gürcüce konuşmaktadırlar. Lazlar (ki bunlar Gürcüceye yakın bir K’art’vel dili konuşmaktadırlar) arasında Türkçenin farklı bir lehçesi hala konuşulmaktadır.

Hazar ve Hazar ötesi enerji kaynak­larının dünya pazarlarına ulaştırılması ko­nusunda önemli güzergâhlardan biri olması Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Kafkasya’nın stratejik önemini daha da ar­tırmıştır. Rusya, Sovyetler Birliği’nin dağıl­masının ardından Kafkasya’daki eski gücünü kaybetmiştir. ABD, Türkiye ve İran, Sovyetler Birliği’nden arta kalan boşlukları doldurma gayreti içindedir. Bölgede dinî faktörler siyasi ve sosyal roller oynamaya başlamıştır. İran’la birlikte Suudi Arabistan destekli radikal İs­lami gruplar bölgede kendilerine alan açmak için mücadele içindedir.

Rusya, Kafkasya’daki stratejik etkisi­nin zayıflamasının bölgede bağımsızlık pe­şinde olan özerk cumhuriyetleri güçlendire­ceği ve bu stratejik bölgede ciddi ve uzun sürecek problemlerle karşı karşıya kalacağı düşüncesinden hareketle istikrarsız bir Kaf­kasya’yı kendi çıkarlarına uygun görmektedir. Bölgeyi bir ateş çemberi hâline getirip dış ül­kelerin nüfuz alanından uzaklaştırmayı düşü­nen Rusya bölgedeki “istikrarlı istikrarsızlığın” korunması gerektiğini, Kafkasya’daki etnik gruplar arasındaki anlaşmazlıkların devamlı aşağı seviyede seyretmesinin Rusya’nın çı­karlarına uygun olduğunu hesaplamaktadır. Moskova’nın istikrarsızlık yaratma ve şid­det kullanarak nüfuz elde etme politikası karşısında Türkiye’nin Kafkasya konusunda yeni jeopolitik ve jeostratejik politikalar be­lirlemesi gerekmektedir. Türkiye, Kafkasya halklarını her yönüyle yakından tanımak ve aralarındaki etnik, tarihî, sosyo-kültürel iliş­ki ve akrabalıkları ayrıntılı bir biçimde analiz ederek değerlendirmek zorundadır. Kafkas­ya’yı her yönüyle yakından tanıyan ve etnik, sosyo-kültürel yapısını analiz edebilen gerçek “bölge uzmanları”nın yapacakları saha araş­tırmalarının Türkiye tarafından desteklenme­si ve elde edilecek bilgilerin Türkiye’nin Kaf­kasya siyaseti ve stratejisinin belirlenmesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ar­dından Türkiye yeni bölgesel sorunlar, jeo­politik ve ekonomik faktörler ile karşı karşıya kalmıştır. Bu sorun ve faktörlerin başında Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorunu, Azerbaycan’ın Hazar’da yerleşik petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünya piyasalarına taşıyacak olan Bakü- Tif­lis-Ceyhan petrol ve diğer enerji boru hatları tartışmaları ve Gürcistan’ın bölgedeki konu­mu gelmektedir. Türkiye, Dağlık Karabağ’da işgalci Ermeni güçlerinin çıkarılmasına dö­nük olarak uluslararası alanda diplomatik çabalarını yirmi yılı aşkın bir süredir devam ettirmiştir. Ancak Ermenistan’ın Rusya ile stratejik askerî iş birliği ve uluslararası örgüt­lerin Ermenistan’a karşı yaptırım konusunda isteksizliği sorunun çözümünü sürekli gecik­tirmiştir. Diğer yandan, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol ve diğer enerji boru hatlarının Tür­kiye’nin Kafkaslar politikasının en önemli ayaklarından biri olduğunu söylemek müm­kündür. Bu hatlar işlemeye başladıktan sonra uzun vadede Azerbaycan, Gürcistan ve Ka­zakistan’ın Rusya’ya tamamen veya kısmen tekrar bağımlı olmaları engellenmiş olacaktır. Rusya’dan bağımsız hareket edebilen refah düzeyi yüksek bir Gürcistan ve Azerbaycan’ın varlığı uzun vadede Türkiye’nin çıkarlarına hizmet edecektir. Bu bağlamda Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol ve Bakü-Tiflis-Erzurum doğal gaz boru hatları, TANAP ile Bakü-Tiflis-Kars Demir Yolu Projesi de Azerbaycan ve Türkiye arasında entegrasyona dönüşmesi beklenen sürecin aşamalarını oluşturmaktadır. Bor­çalı, Ahıska ve Nahçıvan Türklerinin varlığı bütünleşme için geniş fırsatlar ve alanlar ya­ratmaktadır. Ayrıca Gürcistan’ı da bu birliğe yöneltecek çalışmaların içerisine girilmelidir. Türkiye’de yaşayan Gürcü kökenli yurttaşla­rımıza bütünleşmede rol almaları için alan ya­ratılmalıdır. Gürcistan’ın karşı karşıya olduğu Abhazya ve Osetya sorununun çözümünde Türkiye aktif rol üstlenmeli ve tarafları ortak çıkarlar etrafında birleştirme yoluna gitmeli­dir. Abhazya ve Osetya’yı Rusya’nın kucağına itilmekten alıkoyan politikaları geliştirecek imkânları olan Türkiye’nin kararlı tutumu, Kafkas halkları için bir çekim merkezi ol­masına zemin yaratacaktır. Kafkas kökenli vatandaşların -özellikle de Çerkezlerin- Tür­kiye’deki nüfusu Kafkasya bölgesindekinden daha kalabalıktır. Bu nüfus, Kafkasya’da daha etkin rol üstlenmesi için Türkiye’nin avantajlı bir durumudur.

Tarih ve coğrafya gibi yapısal faktörler ve bölgede etkinlik mücadelesi ve­ren küresel güçlerin izlediği politikalar, Kafkasya’da istikrar ve güvenliğin önümüzdeki yıllarda da tehlike altında olacağını açıkça göstermektedir. Çeşitli olaylar ve çatışmalar, Rusya dışındaki küresel veya bölgesel aktör­lerin eski Sovyet cumhuriyetleriyle ilişkilerini belirlerken, bu coğrafyada Rusya’nın hâlen etkin olmak istediği de unutulmamalıdır. Kafkasya bölgesiyle çeşitli sebeplerle ilgile­nen küresel güçler veya bölge ülkelerinin hâlen şekillenmekte olan Kafkaslarda güven­lik ve istikrarın tüm dünyanın güvenliği için önemli olduğunu göz önünde bulundurmala­rı gereklidir. Türkiye’nin bütün bu gelişmele­ri hesaba katarak dikkatli bir dış politika izle­mesi ve Gürcistan hükümetinin çekincelerini de göz ardı etmeksizin Ahıska Türklerinin geri dönüşü konusunda da titizlik göstermesi gerekmektedir.

Azerbaycan, doğal kaynaklarının yanı sıra, Hazar Havzası ve Avrupa arasında bir konumda bulunma gibi bir coğrafi üstünlü­ğüne sahip Kafkaslardaki tek devlettir. Türki­ye-Azerbaycan arasında siyasi nitelikli bir so­run bulunmamaktadır. İkili ilişkiler eşitlik ve karşılıklı olarak iç işlerine karışmama ilkeleri çerçevesinde sürdürülmektedir. İki ülke ara­sında gerçekleştirilen ikili iş birliğinin yanı sıra Bakü-Tiflis-Ceyhan, Bakü-Tiflis-Erzurum ve Bakü- Tiflis-Kars Demir Yolu Projesi gibi ener­ji ve ulaşım alanlarında bölgesel önemi haiz iş birliği projeleri de mevcuttur.

Türkiye’nin Azerbaycan’la çözülmesi gereken ortak sorunları, ulaşılması gereken ortak hedefleri vardır. Bu sorunların başında Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan ettiği dö­nemde Dağlık Karabağ ile birlikte toprakları­nın yüzde 20’sinin işgal edilmesi gelmektedir. Ermenistan tarafından işgal edilen bu top­raklar nedeniyle 1 milyonu aşkın Azerbaycan Türk’ü doğup büyüdüğü topraklardan uzakta yaşamak zorunda bırakılmıştır.

Yazar hakkında

Prof. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ

Prof.Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ, 1963 yılında Giresun’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini memleketinde tamamladı. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 1989’da Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalında Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’un danışmanlığında hazırladığı Atebetü’l-Hakayık Grameri başlıklı yüksek lisans tezini savunarak “bilim uzmanı” unvanını aldı.

Yorum yazabilirsiniz