Türkiye-Türk Cumhuriyetleri İlişkileri
Ekonomi başta olmak üzere hayatın ve kültürün yeniden biçimlenmesi küreselleşme hareketinin etkisi altında gerçekleşmektedir. Küreselleşme, modernleşme sürecinin bir evresi olarak 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra, özellikle Sovyet Bloğu’nun dağılmasıyla tek kutuplu bir dünya düzeninin ortaya çıkmasına paralel olarak yaygınlaşmaktadır. İletişim ve ulaşım teknolojilerinin de hızla artması, ulusal devlet sınırlarının eskiye göre daha geçişken hâle gelmesi sonucu; bilim, kültür, sanat, hukuk, siyaset ve iktisadi alanlarda dünyadaki bütün ülkelerin birbirine daha çok bağımlı hale gelmeleri ve ortak değer, yaklaşım ve tavırlar benimsemeye zorlanmaları süreci yaşanmaktadır. Küreselleşen bir dünyada tek başına rekabet edebilmenin güçlüğünü gören ülkeler; bölgesel bloklar oluşturarak ortak bir pazar etrafında, ortak siyasi, hukuki ve sosyal sistemler kurmaya çalışmaktadırlar. Bu gerçekler karşısında gelişime ve değişime kapalı kalmak söz konusu değildir. Yine bu gerçeklerin ışığı altında Türk dünyasının kendi bütünleşme sürecini daha da hızlandırması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. İlki 30-31 Ekim 1992 tarihinde Ankara’da yapılan “I. Türk Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi” Türk dünyasının sorunlarını tespit etmek ve çözüm yolları önermek amaçlı bir kurultayın yapılmasının da zaruretini ortaya koymuştu.
1993’ten 2007 yılına kadar geçen sürede TÜDEV’in öncülüğünde yapılan 11 kurultayda Türk dünyasının problemleri ve çözüm yolları konuşulmuştur. Hükûmetlere bir tavsiye niteliğinde alınan bu kararların bir kısmı ülkeler tarafından uygulanmıştır. TÜRKSOY, TİKA, TÜRK-PA, Türk Konseyi, Türk Akademisi, Yunus Emre Enstitüsü, TRT Türk ve TRT Avaz kanalları gibi Türk dünyasına dönük kurumsal yapıların oluşturulması bu kurultaylarda dile getirilmiş, kurultay sonuç raporlarına yansıtılmıştır. Ardından Büyük Öğrenci Değişimi, Türk Dünyası Üniversiteler Birliği’nin kurulması, Kazakistan’da Türk-Kazak Ortaklığı ile kurulan Ahmet Yesevi Üniversitesi, Kırgızistan’da kurulan Manas Üniversitesi, Türk dünyası Erasmus’u olarak da değerlendirilebilecek Mevlana Değişim Programı gibi eğitim alanında iş birliğine dönük kurumsal yapılar ve programlar oluşturulmuştur. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı ve bu kurumun oluşturduğu Türkiye Bursları, Türk İş Konseyleri, Türk Dünyası Barolar Birliği, Avrasya Yazarlar Birliği gibi resmi ve sivil toplum örgütlerinin kurulması Türk dünyası aydınlarının bu kurultaylarda seslendirdikleri ve gerçekleşmesini arzuladıkları hayati önemi haiz konulardan birkaçıdır. Merkezi Azerbaycan’da olan Türk Kültür ve Mirası Vakfı, Kazakistan’da kurulan Türk Akademisi ve Kırgızistan’da yeni kurulan Türk Dünyası Spor ve Göçebe Kültür Mirası Merkezi Türk dünyasını her alanda yakınlaştırmaya çalışan, işbirliği imkanlarını geliştiren önemli kurumlardır.
Bugün “Türk devletleri”nin belirli alanlarda, ekonomi, eğitim, kültür, beşerî kaynaklar, dış politika, savunma vs. gibi konularda birlikte kararlar alıp, beraber hareket etme kural ve kurumlarını tesis edip dayanışmalarını sağlamaları daha gerçekçi bir hedef olarak kabul edilebilir. Türk devletlerinin hep birlikte belirleyebilecekleri “birlik” kural ve kurumlarını gerçekleştirme hedefine yönelik faaliyetleri hızlandırmak ve kurumsal yapılara kavuşturma zorunluluğu vardır.
Türk cumhuriyetlerine yönelik dış politikasının birinci önceliğini bu ülkelerin egemenliklerinin güçlendirilmesi ve uluslararası toplumla bütünleşmesine katkı olarak belirleyen Türkiye, Türk cumhuriyetlerinin sağladıkları başarılara katkıda bulunmuştur. Kazakistan’ın AGİT zirvesine ev sahipliği yapması, Azerbaycan’ın BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini üstlenmesi, Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık statüsünün kabul görmesinde, Kırgızistan’ın demokratikleşme sürecinde Türkiye’nin destekleri yapıcı olmuştur. Avrasya coğrafyası üzerinde inşa etmeye çalıştığı doğu-batı iletişim, ulaşım ve enerji koridoru ile Türkiye, Türk cumhuriyetlerinin dünyaya açılmasında önemli rol oynamaktadır. Türkiye Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşan beş Türk cumhuriyetinin Birleşmiş Milletler, AGİT, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, İslam Konferansı Teşkilâtı, NATO, Barış İçin Ortaklık (BİO), Uluslararası Kalkınma Ajansı gibi kuruluşlara katılmasına yardımcı olmuştur. Türkiye, “Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi”ni düzenleyerek bir araya gelinecek, görüş alışverişinde bulunabilecek ve ortak hareket edilebilecek bir platform oluşturmayı amaçlamıştır. Bu yapı 3 Ekim 2009 tarihinde imzalanan “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi”nin kurulmasına dair Nahçıvan Antlaşması ile kurumsallaşmış, sekretaryası oluşturulmuş ve etkinliği artırılmıştır.
Türk dünyasında oluşturulacak sağlam bütünleşmeler Avrasya Birliği gibi ekonomik ve kültürel bir yapılanmada Türkiye’yi önemli bir aktör olarak öne çıkarmaktadır. Bütünleşmenin esas maksadı, mal, sermaye ve iş yapmak olacak şekilde ortak pazar kurmaktır. Ayrıca bilimsel ve teknolojik alanlarda araştırma yapmak, eğitimi çağdaş taleplere göre düzenlemek de bu birliğin temel görevleri arasında olmalıdır.
Türk dünyasının geleceğini planlarken “vizyoner bir devlet” anlayışı ile hareket etmesi gereken Türk cumhuriyetleri Türk dünyasında barış, istikrar ve refahın tesisi noktasında devletler arasında karşılıklı iş birliğini ve dayanışmayı esas almalıdır. Bu kapsamda Türk cumhuriyetleri öncelikli olarak tarihsel, coğrafi ve kültürel-inanç boyutunda müşterek bir maziye ve kadere sahip olduğu gerçeğinden hareketle ortak bir geleceğin inşası noktasında birbirlerini rakip yerine kardeş görmeli, maddi ve manevi tüm güçlerini ortaya koymalıdırlar.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan Rusya Federasyonu ilk aşamada bazı sarsıntılar geçirse de özellikle Putin yönetiminde kendini toparlamış, dünyanın ve bölgenin belirleyici aktörlerinden biri olmuştur. Rusya’nın özellikle enerji (doğal gaz) alanında tekel oluşturması ve bunu dış politikada silah olarak kullanması bölge ülkeleri üzerindeki gücünün artmasına zemin oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu içindeki Türk ve Müslüman halklar, Türkiye-Rusya ilişkilerinin önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır. Bu halkların bazısı Rusya’dan koparak bağımsız olma arzusu içindedir. Bir kısmı ise kendi kimliklerini korumanın peşindedir. Türkiye’nin stratejik hedefleri doğrultusunda Türk ve Müslüman halkların geleceğinin nasıl şekilleneceği Rusya ile sorun oluşturacak bir konu olacaktır. Türkiye Rusya’dan kendine gelecek tehditlere karşı, Rusya’nın içinde yaşayan 20 milyonluk Türk ve Müslüman kartını öne çıkaracak politikaları barışçıl zeminlerde geliştirmek zorundadır. Bu alanda politika geliştirmek o kadar da kolay değildir. Bir defa iki ülke de birbiri için önemli ticari pazarlardır ve özellikle Türkiye ekonomisinde Rusya’ya satılan mallar önemli bir yekûn teşkil eder. Rusya’nın doğal gazına Türkiye’nin mahkûm olması dış politikada manevra kabiliyetini azaltmaktadır. Rusya’nın İran, Ermenistan, Suriye, Sırbistan gibi ülkelerle olan stratejik ortaklıkları da Türkiye’nin bölgesel güç olarak büyümesinin önündeki engellerdendir. ABD’nin Suriye ve Irak bölgesinde terörist gruplarla işbirliği yapması, ABD başkanı Trump’ın tutarsız politikası, Türkiye için bölgedeki en önemli rakibi olan Rusya’yı, belki de küresel güç olma yolunda Avrasya birliğini tesis etmede ittifak kurabileceği ülke haline getirmektedir. Rusya-Türkiye ilişkileri bölge halklarının iç içe geçmişliği bakımından da karmaşık bir yapıya sahiptir. Rusya’nın Abhazya’ya verdiği destek Türkiye’ye yakınlaşmış Gürcistan için bir tehdit oluştururken, Türkiye içindeki Abhazları sevindirmektedir. Türkiye bu küçük örnekte bile bir açmaza düşebilmektedir. Tarih içinde iki ülkeden birinin genişlemesi, büyümesi öbürünün aleyhine olmuştur ve coğrafi yakınlık sebebiyle gelecekte de aynı durumun süreceği söylenebilir. Batılı değerleri benimseyen Türkiye, AB ve ABD ile çıkarlarını örtüştürerek stratejik ortaklık çerçevesinde politikalar geliştirmelidir. ABD’nin son yıllarda Türkiye’yi Rusya’nın kucağına iten Orta Doğu politikalarından vazgeçmesi gerekir.
Sovyetlerin dağılmasının ardından oluşan iklim Türkiye’nin önüne tarihî fırsat alanları çıkarsa da bundan yeterince istifade edilememiştir. Bir taraftan Türkiye kendi toprak bütünlüğünü muhafaza amaçlı bölücü terörle mücadele ederken diğer taraftan yeni Türk cumhuriyetlerinin liderlerinin eski Komünistler olması, demokratik anlayışlardan uzak olması ve birbirlerine karşı düşmanca duygular taşıması Türk dünyasının birlikte hareket etmesini ve ortak çıkar alanları belirlemesini yavaşlatmıştır.
Yer altı ve yer üstü zenginlikleri bakımından öne çıkan Türk dünyasında özellikle Hazar Havzası’nın gelecekte dünyadaki petrol ve doğal gaz rezervlerin yüzde 12,5’ine sahip olacağı ve Basra Körfezi’nden sonra ikinci sıraya yerleşeceği değerlendirilmektedir. Bağımsızlığını kazanan Türk devletlerinin sahip olduğu enerji kaynakları, stratejik önemlerinin artmasının yanı sıra Türkiye’nin enerji ihtiyacına da katkı sağlamakta ve birbirini tamamlayan ülkeler özelliğini ön plana çıkarmaktadır. Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan, bölgede Rusya’dan sonra en büyük petrol ve doğal gaz üreticisidirler. Bu ülkelerin sahip olduğu petrol rezervlerinin dünya toplam rezervine oranı % 3.5; doğal gaz rezervlerinin dünya rezervlerine oranı ise %6.9’dur.Türkistan cumhuriyetlerinin doğal kaynakları incelendiğinde Kazakistan; dünya petrol rezervlerinin yüzde 0.8’ine, 5.9 trilyon metreküplük doğal gaz rezervine, eski SSCB’nin en büyük üçüncü kömür havzasına sahiptir. Tungsten üretiminde dünyada birinci, krom ve manganez üretiminde dünya ikincisi, molibden ve fosfat üretiminde dünya dördüncüsü, bor üretiminde dünyada üçüncü, bakır üretiminde de yedinci sıradadır. Özbekistan; 45 milyar ton doğal gaz üretimi ile dünyada önemli bir üretici konumundadır. Dünya pamuk üretiminde dördüncü, altın üretiminde onuncu sıradadır. 800 milyon ton olduğu tahmin edilen bakır rezervlerine sahiptir. Türkmenistan ekonomisinin ağırlığını doğal gaz ve petrol üretimi teşkil etmektedir. Doğal gaz rezervleri 1995 verilerine göre 2,75 trilyon metreküp, petrol rezervleri ise 1,5 milyar varildir. Türkmenistan, Özbekistan’dan sonra en büyük ikinci pamuk üreticisidir.
Günümüzde geniş tarım arazileri ile enerji koridorlarını, denizler ve kıtalar arası geçiş yollarını hâkimiyetleri altında tutan Türkler; gelecekte, Türk devletlerinin tek tek sahip oldukları avantajlı konumlarını hep birlikte nasıl daha avantajlı hâle getirebileceklerinin yollarını bulmak zorundadırlar. Türklerin binlerce yıla yayılan ve farklı coğrafyalarda kurdukları güçlü devletleri uzun yıllar yönetebilme başarısı, geleceği daha sağlıklı planlayabilmeleri açısından muazzam bir servettir. Öncelikle Türkiye, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan yeni koşullarda ve yeni jeopolitiğin meydana getirdiği sorunların aşılmasında Türk cumhuriyetleri için güvenilir bir ortak olmuştur. Bu anlamda Avrupa pazarlarına çıkış için Türkiye; Rusya, Çin ve İran gibi diğer seçeneklere göre daha güvenlidir. Bölge ülkeleri için Türkiye, piyasa ekonomisine geçişte model olarak dikkate alınan ve özellikle son 10 yıl içerisinde ortaya çıkan devlet kurumlarının demokratikleşmesi bağlamında özenle dikkate alınması gereken bir ülke hâline gelmiştir. Zenginliğin tabana yayılması ve bunun toplumsal tansiyonu düşürme üzerindeki etkilerini model alma açısından Türkiye, bölge ülkeleri için oldukça önemlidir. Sanayi ürünlerinin temini, hantal Sovyet geçmişin ardından modernizasyon ihtiyacı içerisinde olan altyapının inşası ve modern işletmelerin faaliyete geçirilmesi açısından Türkiye’nin Türk cumhuriyetlerine sunabileceği seçenekler bir hayli fazladır. Daha da önemlisi, uluslararası ekonomi politik açısından Türkiye’nin mevcut hâliyle Türk cumhuriyetlerine küresel fırsatlar sunma ihtimali çok yüksektir. Kafkasya’da Türkiye-Azerbaycan düzleminde ciddi bir alt bölgesel alan ortaya çıkmıştır. Bölgesel projeler tamamlandığında, bu alan Rusya ve İran’a daha az bağımlı olacak ve Batı ile bütünleşme sağlanacaktır.
Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu Kazakistan başta olmak üzere Türk cumhuriyetlerinin dünyaya uyumlu olması açısından önemli bölgelerdir. Bu bölgelerin stratejik önemi İpek Yolu’nun güney kolunu oluşturan ve Hazar Denizi’nin güneyinden geçen demir ve kara yollarından oluşan ticaret hatlarının geçmesiyle ilgilidir. Ayrıca, Kazakistan’ın kendi petrolünü uluslararası pazara ulaştırmasında bölgeden geçen petrol boru hatları önemlidir. Astana, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının yanı sıra Türkmenistan ve İran üzerinden geçmesi ihtimal boru hattını da kârlı bulmaktadır. Kazakistan’ın yaptığı gibi Türk cumhuriyetleri Rusya ve Çin gibi önemli güç dengelerini de gözeterek kendi aralarında iş birliğine yönelmeyi öne almalıdır. Orta Asya Türk halklarının ortak tarihî, kültürel ve dil kökenleriyle birlikte bağımsız bir bütünleşme merkezinin oluşumu siyaset ve ekonomi alanlarında adımların koordine edilmesini gerektirmektedir. Mesela Kazakistan ilk gününden itibaren Orta Asya bölgesel bütünleşmesini destekleyen tavır almıştır. Orta Asya Birliği (1994), Orta Asya Ekonomik Topluluğu (1997), Orta Asya İşbirliği Örgütü (2001) bu bütünleşme girişimlerinin ürünüdür. Rusya bölgede önemli bir güç olduğu kadar dengeleri de değiştirmektedir. Mesela 2005 yılında Kazakistan’ın başlattığı bu oluşumlara Rusya üye olunca, esas amaçlar anlamını yitirerek Moskova merkezli bütünleşmeye evrilmiştir. Kazak dış politikasının Rusya boyutunun varlığı Orta Asya cumhuriyetlerinin, özellikle de Kazakistan’la rekabet içinde olan Özbekistan’ın Astana tarafından sunulan bütünleşme önerilerine kuşkulu ve mesafeli durmasını doğurmuştur. Türkmenistan’ın tarafsızlığını, Tacikistan ve Kırgızistan’ın zayıf ekonomisini göz önünde bulundurduğumuzda Özbekistan’ın bu tavrı Kazakistan’ın Rusya ile olan ilişkileri de bahane edilerek Orta Asya bölgesinde başarılı bütünleşmenin oluşmasını zayıflatmıştır. Kazakistan ile Özbekistan arasında ara sıra liderlik tartışmasının yaşanması ve Kerimov döneminde Özbekistan’ın çeşitli Türk bütünleşme hareketlerinden uzak durarak yanaşmama konusunda ısrarcı davranması, yakınlaşma çabalarını engellemektedir. Türkmenistan ile Azerbaycan arasında Hazar’ın statüsü ile ilgili ciddi görüş ayrılıklarının olması ve bunun ikili ilişkilere yansıması, Türk dünyası bütünleşme girişimlerini zorlaştıran bir durumdur. Özbekistan ile Kırgızistan arasında çözüme kavuşturulamayan ‘Anklav sorunu’nun hâlâ güncelliğini koruması ve hidroelektrik santraller ile birbirlerine karşı düşmanca tavırları meselesine bir türlü çözümleyici reçetenin bulunmamış olması bir diğer sorun alanıdır. Türkistan cumhuriyetleri, su ve elektrik enerjisi kullanımındaki anlaşmazlıklar karşısında bu iki sistemi yeni şartlara göre ve tek bir ülkeye ait kaynakları, tek bir ülke içinde kullanıyormuş gibi sistemleştirmek zorundadırlar. Aksi takdirde aralarında sürtüşmeler ve Rusya’ya bağımlılık bir şekilde devam edecektir.
Afganistan’daki muhtemel bir istikrarsızlığın bütün Türk cumhuriyetlerini de etkilemesi kaçınılmazdır. Bağımsızlık sonrasında ekonomik ve siyasi bakımdan güvenliğini sağlamak üzere cumhuriyetler, birçok bölgesel veya bölge dışı ittifaklara katılmış, bazıları aynı gerekçeyle bu tür oluşumlardan uzak durmuştur. Bölgenin en etkili örgütü durumundaki ŞİÖ’ne Türkmenistan ve Azerbaycan dışındaki dört Türk cumhuriyeti katılmıştır. Sovyet sonrası oluşturulan BDT’ye ise 2013 itibarıyla Türkmenistan dışındaki bütün Türk cumhuriyetleri üyedir. Rusya’nın öncülüğündeki askerî güvenlik örgütü KGAÖ’ne Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan katılmış olup, Özbekistan üyeliğini askıya almıştır. Türkmenistan’ın ekonomik ve siyasi güvenliğini garanti etmek üzere uyguladığı sürekli tarafsızlık politikasında belirli bir başarı sağlanmıştır. Kazakistan öncülüğünde güvenlik tesisi yolunda bir örgüt olan CICA’ya Türkmenistan dışındaki bütün cumhuriyetler katılmıştır. Türkiye’nin öncülüğünde oluşturulan ECO’ya (Economic Cooperation Organization) ise bütün Türk cumhuriyetleri üyedir
Yorum yazabilirsiniz